İdare Özel Hukuktan Kaynaklanan Sözleşmelere Müdahele Edebi̇li̇r Mi̇?
Buradasınız: Anasayfa / Blog
İdare Özel Hukuktan Kaynaklanan Sözleşmelere Müdahele Edebilir mi?
İdare Özel Hukuktan Kaynaklanan Sözleşmelere Müdahele Edebilir mi?

Günümüzde sözleşme hukuku alanında yaşanan en önemli gelişmelerden biri, geleneksel ayırımların sorgulanmaya başlanmasıdır. Uzun yıllar boyunca hukukçular, sözleşmeleri iki temel kategoriye ayırarak değerlendirmişlerdir: özel hukuk sözleşmeleri ve idari sözleşmeler. Bu ayırım, kimin kiminle hangi şartlar altında sözleşme yaptığına dayalı, görece basit bir sistemdi.

Ancak modern düzenleyici kurumların artan rolü ile birlikte, bu geleneksel çerçeve ciddi zorluklarla karşılaşmaya başlamıştır. Bugün Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Kamu İhale Kurumu gibi bağımsız düzenleyici kurumlar, özel kişiler arasındaki sözleşmelere doğrudan müdahale etmekte, bu sözleşmelerin içeriğini belirleyebilmekte, hatta tarafların ödeyeceği ücretleri bile tespit edebilmektedir.

Bu durum önemli bir hukuki sorunu gündeme getirmektedir: Acaba bu tür müdahaleler karşısında, sözleşmeleri hala geleneksel kategoriler içinde değerlendirebilir miyiz? İki özel şirket arasındaki bir sözleşmede, devletin belirlediği fiyatlar geçerli olduğunda, bu sözleşmeyi nasıl nitelendirmeliyiz?

 

Geleneksel Sözleşme Ayırımı ve Teorik Çerçeve

İdari Sözleşme - Özel Hukuk Sözleşmesi Ayırımının Temelleri

Hukuk literatüründe sözleşme ayırımı konusu, aslında yüzyıllık bir geçmişe sahiptir. Peki neden böyle bir ayırıma ihtiyaç duyulmuştur? Cevap oldukça basittir: devletin farklı rollerde olması nedeniyle.

Devlet bazen özel bir kişi gibi davranır. Örneğin, ofis malzemesi satın alırken bir şirketle yaptığı sözleşmede, herhangi bir özel şirketin yaptığı satış sözleşmesinden farklı bir durumu yoktur. Bu durumda eşit taraflar arasında bir ilişki vardır ve özel hukuk kuralları uygulanır.

Ancak devlet bazen de kamu gücü kullanarak sözleşme yapar. Bu durumda artık eşitlik ilkesi bozulmuştur. Devlet, kamu yararı adına bazı ayrıcalıklara sahiptir ve sözleşmeyi tek taraflı olarak değiştirebilir, feshidebilir. İşte bu tür sözleşmeler idari sözleşme olarak adlandırılır.

Bu ayırımın belirlenmesinde üç temel kriter kullanılmaktadır:

Kamu hizmeti amacı kriteri en eski ve temel ölçüttür. Sözleşmenin konusu bir kamu hizmetinin görülmesi, yürütülmesi veya yerine getirilmesi ise, bu sözleşme idari sözleşme olarak kabul edilir. Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: sadece kamu hizmetinden yararlanmayı sağlayan sözleşmeler (örneğin elektrik aboneliği) idari sözleşme sayılmaz.

Özel hukuku aşan hükümler şartı ise daha sonra geliştirilmiş bir kriterdir. İdareye, normal özel hukuk sözleşmelerinde bulunmayan özel yetkiler tanınmışsa, bu sözleşme idari sözleşme niteliği kazanır. Bu yetkiler genellikle sözleşmeyi tek taraflı değiştirme, denetleme veya yaptırım uygulama şeklinde kendini gösterir.

Tarafların niteliği kriteri ise organik bir ölçüttür. Genel kural olarak, idari sözleşme yapabilmek için taraflardan birinin kamu tüzel kişisi olması gerekir. Ancak bu kuralın istisnaları da mevcuttur.

Ayırımın Belirlenmesinde Kullanılan Yöntemler

Peki bir sözleşmenin hangi kategoride olduğu nasıl belirlenir? Bu konuda iki temel yöntem kullanılmaktadır.

Kanun koyucu tarafından belirleme en kesin yöntemdir. Yasama organı, belirli bir sözleşme türünün idari sözleşme olduğunu açıkça belirtebilir. Daha sık karşılaştığımız durum ise, kanunun uyuşmazlıkların hangi yargı yerinde çözüleceğini düzenlemesidir. Eğer adli yargı öngörülmüşse özel hukuk sözleşmesi, idari yargı öngörülmüşse idari sözleşme söz konusudur.

Yargı organları tarafından içtihatla belirleme ise daha karmaşık bir süreçtir. Mahkemeler, yukarıda bahsettiğimiz kriterleri kullanarak, somut olayın özelliklerine göre sözleşmenin niteliğini belirler. Bu süreçte, sözleşmenin içeriği, tarafların durumu ve amacı gibi faktörler değerlendirilir.

Önemli bir nokta şudur: sözleşmenin tarafları, iradelerini kullanarak sözleşmenin niteliğini belirleyemezler. Bu, kamu düzenine ilişkin bir konudur ve yargı yerinin belirlenmesi taraf iradesine bırakılamaz.

Geleneksel Ayırımın Yetersizlikleri

Günümüzde bu geleneksel ayırım ciddi zorluklarla karşılaşmaktadır. Peki neden? Çünkü artık karma nitelikli sözleşmeler ortaya çıkmıştır.

Düzenleyici kurumların müdahalesi, bu sorunu daha da karmaşık hale getirmiştir. İki özel şirket arasında imzalanan bir sözleşmede, eğer sözleşmenin mali hükümleri bir kamu kurumu tarafından belirleniyorsa, bu sözleşmeyi nasıl sınıflandıracağız? Klasik teoriye göre bu özel hukuk sözleşmesi olmalıdır çünkü taraflar özel kişilerdir. Ancak sözleşmenin en önemli unsurlarından biri olan fiyat, devlet tarafından belirlenmiştir.

Bu durum yeni bir kategorizasyon ihtiyacını doğurmuştur. Artık sadece "özel hukuk sözleşmesi" veya "idari sözleşme" demek yeterli değildir. Bu sözleşmeler, her iki rejimin özelliklerini de taşıyan hibrit yapılar haline gelmiştir.

Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: bu gelişme sadece Türkiye'ye özgü değildir. Dünya genelinde serbestleştirme ve özelleştirme süreçleri ile birlikte, devletler piyasayı doğrudan işletmek yerine düzenlemek yolunu seçmişlerdir. Bu da benzer hukuki sorunları beraberinde getirmiştir.

 

İdarenin Özel Hukuk Sözleşmelerine Müdahale Biçimleri

Müdahalenin Hukuki Dayanakları

İdaremin özel hukuk sözleşmelerine müdahale etmesi keyfi bir durum değildir. Bu müdahalenin güçlü hukuki dayanakları bulunmaktadır.

Düzenleyici ve denetleyici kurumların yetkileri, temel olarak yasalarla tanımlanmıştır. Bu kurumlar, belirli sektörlerde rekabeti sağlamak, tüketici haklarını korumak ve piyasa başarısızlıklarını önlemek amacıyla kurulmuştur. Telekomünikasyon, enerji, su, ulaştırma gibi sektörlerde faaliyet gösteren bu kurumlar, teknik uzmanlık gerektiren alanlarda devleti temsil ederler.

Kamu yararı ve piyasa düzenleme gerekçeleri de müdahalenin temel gerekçelerini oluşturur. Bu sektörler genellikle doğal tekel özelliği gösterir veya ağ etkisi nedeniyle normale göre daha fazla düzenlemeye ihtiyaç duyar. Örneğin, elektrik şebekesi gibi altyapı yatırımları o kadar büyüktür ki, her şirketin kendi şebekesini kurması ekonomik açıdan mantıklı değildir.

Anayasal ve yasal çerçeve ise bu müdahalelere meşruiyet kazandırır. Anayasanın 167. maddesi, devlete para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemesini sağlama görevi vermektedir. Bu görev, düzenleyici müdahaleleri anayasal bir zorunluluk haline getirir.

Müdahale Türleri

İdarenin sözleşmelere müdahalesi çeşitli şekillerde kendini gösterir. Bu müdahale türlerini anlayabilmek için günlük hayattan örnekler verebiliriz.

Sözleşme şartlarının belirlenmesi en yaygın müdahale türüdür. Kamu İhale Kurumu tarafından hazırlanan tip sözleşmeler bunun güzel bir örneğidir. Bu sözleşmelerde, tarafların kim olacağından başlayarak, hangi yükümlülüklerin olacağına kadar her detay önceden belirlenir. Sözleşmeyi imzalayacak idare ve firma, sadece boş bırakılan yerleri doldurabilir.

Mali hükümlerin düzenlenmesi ise en çarpıcı müdahale türüdür. Normalde, bir sözleşmede en önemli husus tarafların ne kadar ödeyeceği veya alacağıdır. Ancak düzenleyici kurumlar, bu konuda doğrudan karar verebilmektedir. İki şirket kendi aralarında anlaşsa bile, düzenleyici kurum farklı bir fiyat belirlerse, geçerli olan kurum kararıdır.

Tarife ve fiyat tespiti özellikle enerji ve telekomünikasyon sektorlerinde sık görülür. Elektrik dağıtım şirketleri müşterilerinden ne kadar ücret alacaklarını kendileri belirleyemez. Bu ücretler EPDK tarafından belirlenir ve onaylanır. Aynı durum telekomünikasyon sektöründe de geçerlidir.

Onay ve denetim mekanizmaları ise daha yumuşak bir müdahale türüdür. Burada taraflar sözleşme şartlarını kendileri belirleyebilir, ancak bu şartların yürürlüğe girebilmesi için düzenleyici kurumun onayı gerekir. Eğer kurum uygun görmezse, sözleşme değiştirilmek zorunda kalır.

Müdahalenin Sınırları

Peki idarenin bu müdahale yetkisi sınırsız mıdır? Tabii ki hayır. Hukuk devleti ilkesi gereği, bu müdahalelerin de belirli sınırları vardır.

İrade serbestisi ilkesinin korunması temel bir sınırdır. Her ne kadar idare müdahale edebilse de, sözleşmenin varlığı yine tarafların iradesine bağlıdır. Kimse zorla sözleşme yapmaya mecbur edilemez. Ancak belirli sektörlerde faaliyet göstermek isteyen şirketler, düzenleyici kurumun belirlediği şartları kabul etmek zorunda kalabilirler.

Mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğü de anayasal güvence altındadır. İdarenin müdahaleleri, bu hakları tamamen ortadan kaldıracak ölçüde olamaz. Makul kâr elde etme hakkı korunmalı, müdahaleler keyfi olmamalıdır.

Ölçülülük ilkesi ise en önemli sınırlardan biridir. İdarenin müdahalesi, ulaşılmak istenen amaca uygun olmalı, gerekli olan ölçüyü aşmamalı ve orantılı olmalıdır. Örneğin, tüketici haklarını korumak için yapılan bir düzenleme, işletmecileri iflas ettirecek kadar ağır olmamalıdır.

 

Sektörel Örnekler ve Uygulama Alanları

Telekomünikasyon Sektöründe İdari Müdahale

Telekomünikasyon sektörü, idarenin özel hukuk sözleşmelerine müdahalesinin en yoğun yaşandığı alanlardan biridir. Bu sektörde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), neredeyse tüm sözleşme ilişkilerini düzenleyebilmektedir.

BTK'nın yetkileri oldukça kapsamlıdır. Kurum, işletmeciler ile aboneler arasındaki sözleşmelerdeki tarifeleri onaylamaktan, işletmeciler arasındaki ara bağlantı sözleşmelerinin şartlarını belirlemeye kadar geniş bir yelpazede yetkiye sahiptir.

Tarife onayları ve düzenlemeleri konusunda BTK'nın rolü oldukça aktiftir. Herhangi bir telekomünikasyon şirketi, müşterilerinden alacağı ücretleri kendi başına belirleyemez. Bu tarifeler, BTK onayından geçmek zorundadır. Kurum onayını almayan tarifeler geçerli değildir ve uygulanamaz.

Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: bu durum, şirket ile müşteri arasındaki sözleşmeye doğrudan müdahale anlamına gelir. İki taraf arasında imzalanan sözleşmede, en önemli unsur olan fiyat, aslında üçüncü bir taraf (BTK) tarafından belirlenmektedir.

İşletmeciler arası erişim sözleşmeleri ise daha da karmaşık bir yapı sergiler. Farklı telekomünikasyon şirketleri birbirlerinin ağlarını kullanmak zorundadır. Bu kullanımın şartları ve ücretleri BTK tarafından düzenlenir. Şirketler kendi aralarında anlaşamazlarsa, BTK resen sözleşme hükümlerini belirleyebilir.

Referans erişim teklifleri ise BTK'nın müdahalesinin en ileri boyutunu gösterir. Büyük işletmeciler, diğer şirketlere hangi şartlarla hizmet vereceklerini gösteren standart sözleşme taslaklarını BTK'ya sunar. BTK bu taslaklarda değişiklik yapabilir, hatta tamamen yeniden yazabilir. Bu teklif onaylandıktan sonra, herhangi bir şirket bu şartlarla hizmet talep edebilir.

Enerji Sektöründe İdari Müdahale

Enerji sektörü, telekomünikasyonla birlikte en yoğun düzenlenen sektörlerden biridir. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), bu alanda geniş yetkilerle donatılmıştır.

EPDK'nın rolü, özellikle fiyat belirleme konusunda oldukça belirgindir. Elektrik ve doğalgaz gibi temel ihtiyaç maddeleri olduğu için, bu sektörlerdeki fiyat oluşumu tamamen piyasaya bırakılmamıştır.

Doğalgaz ve elektrik piyasalarındaki uygulamalar çok benzerdir. Üretici şirketler ile dağıtım şirketleri arasındaki sözleşmelerde, enerji bedeli dışında taşıma, dağıtım, perakende satış hizmeti gibi çeşitli kalemler bulunur. Bu kalemlerin tamamı EPDK tarafından belirlenir.

Bağlantı, iletim ve dağıtım tarifeleri ise en teknik konulardan biridir. Yeni bir tüketici sisteme bağlanmak istediğinde ne kadar ücret ödeyeceği, enerji hangi mesafeden taşınırsa taşıma ücreti ne olacağı, dağıtım hizmeti için ne kadar bedel alınacağı gibi tüm konular EPDK tarafından düzenlenir.

Perakende satış hizmeti bedelleri konusu özellikle dikkat çekicidir. Bu bedel, elektrik faturanızda gördüğünüz sayaç okuma, faturalama gibi hizmetlerin karşılığıdır. Siz elektrik şirketiyle sözleşme imzalasanız da, bu hizmetin bedeli EPDK tarafından belirlenir.

Önemli bir nokta şudur: EPDK'nın bu kararları sadece şirketleri değil, dolaylı olarak tüketicileri de bağlar. Çünkü şirketler, EPDK'nın belirlediği fiyatlardan farklı ücret alamazlar.

Kamu İhale Sistemi ve Tip Sözleşmeler

Kamu ihale sistemi, idarenin sözleşmelere müdahalesinin en sistemli hale geldiği alandır. Kamu İhale Kurumu (KİK), bu alanda oldukça detaylı düzenlemeler yapmıştır.

KİK'in düzenlemeleri sadece ihale sürecini değil, ihale sonrası sözleşme ilişkilerini de kapsar. 4735 sayılı Kanun uyarınca, tüm kamu sözleşmeleri KİK'in hazırladığı tip sözleşmelere uygun olarak düzenlenir.

Tip sözleşmelerin bağlayıcı niteliği oldukça güçlüdür. İhaleyi kazanan firma ile kamu idaresi, sözleşme şartlarını serbestçe müzakere edemez. Tip sözleşmede belirlenen hükümler zorunlu olarak uygulanır. Sadece belirli boşluklar (sözleşme bedeli, işin süresi gibi) doldurulabilir.

İhale sonrası sözleşme hükümlerinin belirlenmesi konusunda KİK'in yetkisi oldukça geniştir. Gecikme cezalarından, avans miktarlarına, garanti sürelerinden fiyat artış oranlarına kadar birçok konu önceden belirlenir.

Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: bu sistem, kamu idareleri ile özel şirketler arasındaki sözleşmeleri konu alsa da, sözleşmenin asıl şartlarını belirleyen KİK'tir. Bu durum, sözleşmenin tarafları dışında üçüncü bir iradenin sözleşme oluşumuna katıldığını gösterir.

 

Bileşik İradeli "Birleşme" Sözleşmeler Teorisi

Kavramın Tanımı ve Unsurları

Yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere, geleneksel sözleşme ayırımı artık yeterli değildir. Bu nedenle yeni bir teorik yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yaklaşım "Bileşik İradeli Birleşme Sözleşmeler" olarak adlandırılabilir.

Bu kavramın tanımı şöyle yapılabilir: Sözleşmenin tarafları dışında yer alan bir idarenin, kamu gücü kullanarak, sözleşmeye müdahale ettiği ve sözleşme hükümlerini oluşturan veya değiştiren sözleşmelerdir.

Birleşme sözleşmelerin unsurları üç başlık altında toplanabilir:

Tarafların iradesi yine temel unsurdur. Sözleşmenin varlığı için tarafların birbirleriyle sözleşme yapmayı istemesi gerekir. Bu klasik sözleşme hukukundaki durumla aynıdır.

İdarenin tek yanlı iradesinin katılımı ise yeni unsurdur. Sözleşme tarafları dışında bulunan bir idare, kamu gücünü kullanarak sözleşmeye müdahale eder. Bu müdahale, sözleşmenin içeriğini belirleme veya değiştirme şeklinde olabilir.

Sözleşme dışı iradenin kurucu rolü ise en önemli unsurdur. İdarenin müdahalesi, sadece denetim amaçlı değildir. İdare, sözleşmenin hangi şartları içereceğini doğrudan belirler. Bu da üçüncü bir iradenin sözleşme oluşumuna kurucu unsur olarak katılması anlamına gelir.

Geleneksel Ayırımdan Farkları

Birleşme sözleşmeler, hem özel hukuk sözleşmelerinden hem de idari sözleşmelerden farklı özellikler taşır.

Özel hukuk sözleşmesinden ayrılan özellikler şunlardır: Normal özel hukuk sözleşmesinde sadece iki tarafın iradesi vardır ve bu taraflar eşit konumdadır. Birleşme sözleşmelerde ise üçüncü bir iradenin (idarenin) belirleyici rolü vardır. Ayrıca sözleşmenin bazı hükümleri idari işlem niteliğinde olduğu için idari yargının denetimine tabidir.

İdari sözleşmeden farklılıklar ise daha karmaşıktır. İdari sözleşmede taraflardan biri mutlaka idaredir ve kamu hizmeti konusu vardır. Birleşme sözleşmelerde ise tarafların ikisi de özel kişi olabilir, ancak idarenin müdahalesi nedeniyle idari unsurlar içerir.

Karma hukuki rejim ise birleşme sözleşmelerin en önemli özelliğidir. Bu sözleşmeler hem özel hukuk hem de idare hukuku kurallarına tabidir. Sözleşmenin hangi kısmı hangi hukuk dalına tabi olacağı, müdahalenin niteliğine göre belirlenir.

Hukuki Nitelik ve Sonuçları

Birleşme sözleşmelerin hukuki niteliği oldukça karmaşık bir yapı arz eder. Bu sözleşmeler hibrit nitelik taşır ve bu durum önemli sonuçlar doğurur.

İki farklı yargı yerinin denetimi söz konusu olabilir. Sözleşmenin özel hukuk niteliğindeki hükümleri adli yargıda, idari işlem niteliğindeki hükümleri ise idari yargıda dava konusu edilebilir. Bu durum yargı düzeni açısından karmaşıklık yaratsa da, her iki rejimin korumalarından yararlanma imkanı sağlar.

İdari işlem niteliğindeki hükümler özel bir değerlendirme gerektirir. Bu hükümler idari yargıda iptal edilebilir ve iptal kararı sözleşme üzerinde doğrudan etki yapar. Bu durumda sözleşmenin tarafları, değişen şartlara uygun olarak ilişkilerini yeniden düzenlemek zorunda kalır.

Sözleşmesel hükümlerle birlikte değerlendirme ise bütüncül bir yaklaşım gerektirir. Birleşme sözleşmeler değerlendirilirken, ne tamamen özel hukuk ne de tamamen idare hukuku mantığıyla yaklaşılabilir. Her iki rejimin özelliklerini dikkate alan yeni değerlendirme kriterleri geliştirilmelidir.

 

Yargısal Denetim ve Problemler

Görevli Yargı Yeri Sorunu

Birleşme sözleşmelerden kaynaklanan en büyük sorunlardan biri, görevli yargı yeri konusundaki belirsizliklerdir. Bu sorun hem teorik hem de pratik açıdan önemli zorluklara yol açmaktadır.

İdari yargının görev alanı geleneksel olarak idari işlemler ve idari sözleşmelerle sınırlıdır. Birleşme sözleşmelerde ise durum karmaşıktır. Sözleşmenin idari işlem niteliğindeki hükümleri kesinlikle idari yargının görev alanındadır. Ancak bu hükümlerin sözleşme üzerindeki etkisi nasıl değerlendirilecektir?

Adli yargının görev alanı ise özel hukuk uyuşmazlıklarını kapsar. Birleşme sözleşmede taraflar özel kişi olduğuna göre, sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlıklar adli yargıda görülmelidir. Ancak sözleşmenin en önemli hükümlerinden bazıları idari işlem niteliğindeyse, adli yargı bu konularda nasıl karar verecektir?

Çifte denetim problemi ise en ciddi sorundur. Aynı sözleşme ile ilgili olarak hem adli yargıda hem de idari yargıda dava açılabilmesi, çelişkili kararlar verilmesi riskini doğurur. Örneğin, adli yargı sözleşmenin geçerli olduğuna karar verirken, idari yargı sözleşmenin temelini oluşturan idari işlemi iptal edebilir.

Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: bu sorun sadece teorik bir problem değildir. Uygulamada sıkça karşılaşılan somut uyuşmazlıklara yol açmaktadır.

İptal Kararlarının Sözleşmeye Etkisi

İdari yargı yerlerince verilen iptal kararlarının birleşme sözleşmeler üzerindeki etkisi, en karmaşık konulardan biridir. Bu konuyu anlamak için idari işlemlerin iptalinin genel sonuçlarını bilmek gerekir.

İdari işlemlerin iptalinin sonuçları üç temel başlık altında toplanır: İptal kararı işlemin varlığına son verir, geçmişe etkili olarak sonuç doğurur ve genel etkilidir.

Geçmişe etkililik ilkesi özellikle önemlidir. İptal edilen işlem, hiç yapılmamış gibi kabul edilir ve işlemden önceki hukuki duruma dönülür. Bu ilke birleşme sözleşmeler açısından kritik sonuçlar doğurur.

Peki bu durum sözleşme üzerinde nasıl bir etki yapar? Sözleşmenin idari işlem niteliğindeki hükmü iptal edildiğinde, bu hüküm hiç olmamış sayılır. Ancak sözleşmenin diğer hükümleri geçerli kalır. Bu durumda sözleşme tarafları, yeni koşullara göre ilişkilerini düzenlemek zorunda kalır.

Kazanılmış haklar ve hukuki güvenlik konusu ise en hassas alandır. İptal kararının geçmişe etkili olması, taraflar arasında yarar ve zarar transferine yol açabilir. Bir taraf iptal edilen düzenleme nedeniyle fazla ödeme yapmışsa, bu bedelin iadesini talep edebilir. Diğer taraf ise kazanılmış hak iddiasında bulunabilir.

Önemli bir nokta şudur: kazanılmış hak kavramı, sadece idare karşısında ileri sürülebilen bir kavramdır. Özel kişiler arasında, hukuka aykırılığı tespit edilmiş bir işleme dayanarak kazanılmış hak iddiası kabul edilemez.

Yargıtay ve Danıştay İçtihatlarındaki Çelişkiler

Türk yargı sisteminde birleşme sözleşmeler konusunda Yargıtay ve Danıştay arasında önemli görüş farklılıkları bulunmaktadır. Bu farklılıklar hukuki belirsizliklere yol açmaktadır.

Somut uyuşmazlık örnekleri bu sorunu açıkça göstermektedir. Enerji sektöründe yaşanan bir uyuşmazlıkta Danıştay, EPDK'nın tarife belirleme kararını iptal etmiştir. Bu karara dayalı olarak yapılan tahsilatın iadesi talep edildiğinde, Yargıtay farklı bir yaklaşım sergilemiştir.

Yargıtay'ın yaklaşımı şöyledir: İptal edilen işlem düzenleyici işlemdir, taraflar arasındaki borç ilişkisi ise tamamen özel hukuk hükümlerine tabidir. Düzenleyici işlemin iptali, özel hukuk ilişkisini etkilemez. Bu nedenle geçmişe dönük bedel talebi mümkün değildir.

Danıştay'ın yaklaşımı ise farklıdır: İptal edilen işlem sözleşmenin ayrılmaz bir parçasıdır ve geçmişe etkili olarak ortadan kalkar. Bu nedenle iptal kararı sözleşme ilişkisini de etkiler ve geçmişe dönük düzeltme yapılmalıdır.

Farklı yaklaşımların analizi gösteriyor ki, her iki yüksek mahkeme de konuya kendi hukuk dalının perspektifinden bakmaktadır. Yargıtay sözleşmeyi salt özel hukuk ilişkisi olarak görürken, Danıştay idari unsurun belirleyici etkisini vurgulamaktadır.

Çözüm arayışları konusunda henüz somut adımlar atılamamıştır. Bu durum hukuk uygulayıcıları ve sözleşme tarafları açısından önemli belirsizlikler yaratmaktadır.

 

Hukuki Güvenlik ve Öngörülebilirlik

Bireyler ve Şirketler Açısından Etkiler

Birleşme sözleşmelerin yarattığı hukuki belirsizlikler, gerçek ve tüzel kişiler açısından ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bu sorunları anlamak için üç temel alanda değerlendirme yapmak gerekir.

Yatırım güvenliği konusunda önemli riskler bulunmaktadır. Bir şirket belirli bir sektöre yatırım yaparken, gelecekteki kazançlarını hesaplarken mevcut düzenlemeleri esas alır. Ancak düzenleyici kurumların geniş yetkileri nedeniyle, bu hesaplar her an değişebilir. Özellikle uzun vadeli yatırımlar açısından bu durum büyük belirsizlik yaratır.

Sözleşme güvenliği de tehdit altındadır. Normal şartlarda iki taraf arasında imzalanan bir sözleşme, sadece bu tarafları bağlar ve üçüncü kişiler tarafından değiştirilemez. Ancak birleşme sözleşmelerde, sözleşme tarafları dışındaki bir kurumun müdahalesi her zaman mümkündür. Bu durum sözleşmenin istikrarını bozar.

Hukuki öngörülebilirlik ise en temel sorundur. Hukuk güvenliği için en önemli unsur, kişilerin hukuki sonuçları önceden tahmin edebilmesidir. Birleşme sözleşmelerde ise hangi kuralın ne zaman uygulanacağı, görevli yargı yerinin hangisi olacağı gibi temel sorular bile belirsizlikler içermektedir.

Dikkat edilmesi gereken nokta şudur: bu belirsizlikler sadece büyük şirketleri değil, sıradan vatandaşları da etkilemektedir. Elektrik, doğalgaz, telekomünikasyon hizmetlerini kullanan her birey, aslında birleşme sözleşmelerin tarafıdır.

Kamu Yararı ile Özel Menfaat Dengesi

Düzenleyici kurumların müdahale yetkisi, kamu yararı gerekçesiyle tanınmıştır. Ancak bu yetkilerin kullanımında özel menfaatler ile kamu yararı arasında denge kurulması gerekmektedir.

Ölçülülük ilkesinin uygulanması bu dengede temel rol oynar. İdarenin müdahalesi, ulaşılmak istenen kamu yararıyla orantılı olmalıdır. Aşırı müdahaleler, özel girişimi engelleyebilir ve ekonomik etkinliği azaltabilir.

Temel hakların korunması da önemli bir sınır oluşturur. Mülkiyet hakkı, sözleşme özgürlüğü, çalışma hakkı gibi anayasal haklar, düzenleyici müdahalelere karşı koruma sağlar. Bu hakların özü dokunulmaz nitelikte olduğu için, müdahaleler bu sınırları aşamaz.

Kamu politikalarının etkinliği ise diğer taraftan değerlendirilmelidir. Düzenleyici müdahaleler, piyasa başarısızlıklarını gidermek, rekabeti sağlamak, tüketici haklarını korumak gibi önemli amaçlara hizmet eder. Bu amaçların gerçekleştirilmesi için belirli ölçüde müdahale kaçınılmazdır.

Önemli soru şudur: Bu denge nasıl kurulacak? Cevap, her somut durumda dikkatli bir değerlendirme yapılmasından geçer. Ne tam serbestlik ne de aşırı müdahale çözüm değildir. Orta yol bulunmalıdır.

 

Sonuç

Bu makalede incelediğimiz konular, modern hukuk sisteminin karşılaştığı önemli bir dönüşümü yansıtmaktadır. Geleneksel sözleşme ayırımının artık yeterli olmadığı ve yeni teorik yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğu açıktır.

İdarenin özel hukuk sözleşmelerine müdahalesi artık günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Telekomünikasyon, enerji, ulaşım gibi temel sektörlerde bu müdahale kaçınılmazdır. Ancak bu müdahalenin hukuki çerçevesi henüz tam olarak netleşmemiştir.

Bileşik İradeli Birleşme Sözleşmeler teorisi, bu soruna yeni bir çözüm önerisi getirmektedir. Bu yaklaşım, ne tamamen özel hukuk ne de tamamen idare hukuku mantığıyla hareket etmek yerine, hibrit bir rejim öngörmektedir.

Yargısal denetim konusundaki sorunlar ise acilen çözüm beklemektedir. Yargıtay ve Danıştay arasındaki görüş farklılıkları, hukuki belirsizlikleri artırmaktadır. 

 

Akdemir Hukuk Bürosu

Daha detaylı bilgi almak ve hukuki danışmanlık için İstanbul Kartal/Soğanlık'ta bulunan Akdemir Hukuk Bürosu'nu ziyaret edebilir veya 0 505 589 86 36 numaralı telefondan iletişime geçebilirsiniz. İdare Hukuku alanında uzman büromuz, sizlere hukuki destek sağlamaya hazırdır.

 

Avukat Muhammet Akdemir Kimdir?

  • Akdemir Hukuk Bürosu kurucumuz Muhammet Akdemir Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur.
  • 2011 yılında Patent Vekili Ruhsatnamesi almıştır.
  • 2013 yılında Avukatlık Ruhsatnamesini almıştır.
  • Aynı yıl Iğdır Ticaret İl Müdürlüğünde Tüketici hakem heyetinde raportör olarak göreve başlamıştır.
  • 2014 Yılında Ticaret Bakanlığı merkez kadrosunda Avukat olarak atanmıştır.
  • 2 yıllık Kurum Avukatlığı görevinden sonra 2016 yılında Hakim Stajyer olarak İstanbul Anadolu Adliyesinde görev yapmıştır.
  • 2017 yılından beri serbest Avukatlık yapmaktadır.

 

Detaylı Bilgi İçin Hemen Bizi Arayın

WhatsApp İletişim

0 505 589 86 36